Türkiye’de performans sanatına yön vermiş ve eserleri dünya çapında sergilenen Şükran Moral, eserleriyle kadına biçilen rolleri alt üst eder. Fotoğraf çıktıları “Maziye Bakma Mevzu Derin” sergisi kapsamında OMM’da sergilenen Evli, Üç Erkekli performansında sanatçı, birkaç ufak kaydırma yaparak Anadolu’ya özgü düğün törenlerinin bir canlandırmasını yapar. Bu geleneği, Mardin’deki yerel bir düğünde bir değil üç damatla yerine getirir; böylece bir Kürt köyünde, yerel halkın katılımıyla gerçekleşen ilk performans işini gerçekleştirir. Performans süresince çekilen aynı isimli videoda, erkekleri bir yatak odasına götürür, pantolonlarını indirir ve bir yatağın üstüne yan yana oturtur. Görüntü kararırken silah sesleri duyarız. Yaygın çocuk gelin gerçeğinin alaycı bir edayla ters yüz edilişi ve canlandırması, izleyiciyi bu eylemin doğası ve trajik sonuçlarıyla yüzleşmeye zorlar.
Şükran Moral ile kadına biçilen roller üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbeti OMM’un “Maziye Bakma Mevzu Derin” sergisine eşlik eden podcast serisine dinleyebilirsiniz.
OMM: Evli, Üç Erkekli bir anlamda Türkiye’nin çoğu bölgesinde hâlâ devam eden çocuk gelin gerçekliğine bir eleştiri niteliğinde. 2010 tarihli bu çalışmandan bahsedebilir misin?
Şükran Moral: Türkiye'de küçük yaşta evlenmeye zorlanan kız çocukları sorunu, yıllardır benim kalbimde yara açan, beni ve benim gibi birçok kişiyi üzen, kötü bir gerçekliğimiz. Bir kız çocuğu ile evlilik yan yana gelemez. Çocuk çocuktur, evlilik ise yetişkinlerin dünyasına aittir. Kız çocuğunu evlendirmek ikiyüzlülüğü aslında onun şiddetle karşılaşması, hayatının ve yetişmesinin sekteye uğraması, eğitiminin sona ermesi demek. Ama tabii ki toplumumuzda kız çocuklarını evlendirmek, onları bir anlamda yok etmek, şiddetle karşı karşıya bırakmak öyle küçük bir mesele değil.
Ne yaptım ben? Olay zaten çok trajik olduğu için ironi unsurunu kullandım; geleneklerimizi alıp tersine çevirdim. Düğünlerde kızlara cinsel tecrübe sahibi olmadıklarını, bakire olduklarını temsil eden kırmızı kurdele takılır. Ben kırmızı kurdeleyi üç kocanın beline taktım. Performansımda “Haydi bakalım bunu bir kadın yaparsa ne olur?” diye bir soru ortaya attım. Bunun tersinin de olabileceğini düşünün bakalım, haydi? Yani bu dünya sadece insanlar için, insanların içinde de sadece erkekler için var olmadı. Bu dünyada kadınlar var, uzun yıllardır biz ne yazık ki erkeklerden “lütfen” diyerek eşitlik dileniyoruz. Ama “lütfen”siz bir eşitlik istemeliyiz. Madem ki burada bir katliam var, kadın katliamı, o zaman o “lütfen” artık ortadan kalkar. “Hemen şimdi, her şeyi istiyoruz!” dememiz gerek.
Bu performansın bir de videosu var. O videonun sonunda, bir yatak odasında pantolonları inik üç damat görüyoruz ve bir silah sesiyle beraber ekran kararıyor.
Silah sesi aslında kadın katliamını, töreyi anlatan bir şey. Pantolonları indirmek sembolik, “biz erkeklerin pantolonlarını indirebiliriz” anlamında. Yani iktidarı alaşağı edebiliriz, çünkü bütün mesele peniste, erkek egemen düzende. Sadece Türkiye'de değil. Zaten benim şöyle bir lafım var: “Sanat tarihini penis yazmıştır.” Penis, silah demek; penis demek ekonomik açıdan güçlü olan demek; penis demek aslında beyazların iktidarı demek.
Bir röportajında işlerini “tabuların karnına jilet atmak” kelimeleriyle de tanımlıyorsun.
Aslında, tabuların karnına jilet atmak çok sert bir şey. Yani şiddet içeren bir ibare. Neden? Başka çarem yok. Ben o kadar şiddete uğradım, şiddete o kadar çok tanık oldum ki. Bana bu toplum başka çare bırakmadı. O yüzden evet, tabularınıza jilet atıyorum, kesiyorum, meydan okuyorum. Var mı? İşinize gelirse, ben buyum!