Söyleşi: Ali İbrahim Öcal

Sanatçıyla ölümcül saltoları ve iklim krizi ışığında “natürmort” geleneğini konuştuk.

Ali İbrahim Öcal, Yanık Orman, 2017, alüminyum epoksi reçine 90 x 230 cm (her biri)
Ali İbrahim Öcal, Yanık Orman, 2017, alüminyum epoksi reçine 90 x 230 cm (her biri)

Doğaya insan merkezli bir yaklaşımın yaygınlaştığı Antroposen Çağ, doğal olanın beşeri sistemlere ve icat edilmiş formlara bağlı olarak ele alındığı bir kültüre dayanıyor. Yüzyıllardır süregelen ve doğanın başrolde olduğu “natürmort” resim geleneğini çevre felaketlerinin giderek arttığı günümüzde yeniden ele alan Ali İbrahim Öcal, insan kontrolündeki doğa fikrini ters yüz ediyor. “Günün Sonunda” sergisinde yer alan işleri, günümüzde daha önce görülmemiş bir hızda ölen/yok olan doğaya ait soyutlanmış, ve böylelikle yeni bağlamlar kazanmış imgeler içeriyor. Öcal, yanmış ağaç gövdelerini triptik formda heykelleştirdiği Yanık Orman (2017) adlı işini “kötü bir ânın plaketi” olarak tanımlıyor. Sanatçının 36 kürek ve ağaç ucunu birleştirerek oluşturduğu yerleştirmesi ise işlenemeyen topraklara gönderme yaparak ilkel toplumlardan bu yana tarımsal üretimin gidişatını sorguluyor.

Bu konuşmayı OMM’un “Günün Sonunda” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.

Şu an “Günün Sonunda” sergisinde iki tane işiniz yer alıyor. İkisi de aslında Sanatorium’daki son serginiz “Ölü Doğa/Nature Morte - Salto Mortale” sergisinden işler…“ Önce o seriyi konuşmak istiyorum sizinle.

“Ölü Doğa” ismi aslında klasik bir resim ve daha sonra fotoğraflama tekniği olan Natüre Morte’tan geliyor. Fotoğraf teknolojilerinden önce sanatçıların “Ölü Doğa”ya yaklaşımı, doğadan alınmış bir parçanın tekrar resmedilmesini ve betimlenmesini, ölmekte olan doğanın bir şekilde sabitlenmesini içeriyordu. Daha sonra bu video, heykel gibi çeşitli araçlarla da tekrarlandı. Sorduğum soru aslında şuydu: o dönemdeki ölü doğa ile günümüzdeki ölü doğa arasındaki fark nedir? Doğanın gerçekten öldüğü günümüzde ona bakışımızı anlamak için yaptığım bir seriydi aslında. Sonuna gelen “Salto Mortale” ismi ise sevgili Necmi Sönmez tarafından eklendi. Değerli bir katkıydı benim için. “Salto Mortale”nin anlamı, bir sirkte seyircinin ilgisini çekebilmek için bir cambazın yaptığı son ölümcül hareketler. Bu çok riskli bir salto, ölümcül olabilir, ve amacı seyircinin ilgisini çekebilmek. Sergi aslında günümüz insanının ilgisini çekebilmek adına üretilmiş eserlerden oluştuğu için, bu ismin çok yakıştığını düşündüm.

Muhteşem, ben bilmiyordum hiç bunu.


Ben de Necmi vasıtasıyla öğrendim. Sirk tarihinde bunun gibi ölümler olmuş. Tabii bu saltolar sayesinde çok büyük alkışlar da alınmış. Bu sergi de ilgiyi çekti galiba günün sonunda. Sergideki iki parça sergilendiğine göre bu ölümcül salto bir şekilde yerini bulmuş olmalı.

Daha önce de tabii ki “Dünya’ya ne oluyor, ne yapıyoruz? sorusuna kafa yoran bir sürü insan vardı. Günümüzde bu anlayış çok daha yaygınlaştı. Aslında o salto Covid-19 bile diyebiliriz belki, şu an yaşadığımız şey…


Yani evet… Aşı şirketleri, devletlerin sağlık politikaları, bir şekilde o saltoları atıyor. Bakalım ölümcül mü olacak yoksa günün sonunda alkışlayacak mıyız, ben de emin değilim.

Geldiğimiz noktada dünyanın bize verdiği reaksiyonlar sadece Covid veya küresel ısınma değil. Birçok canlı türünün neredeyse yok olmasına neden olan Avusturalya’daki yangınlar gibi mesela. Daha yakın bir örnek olan İzmir’deki yangınlar… Aslında bu sergideki işlerinden Yanık Orman aslında hep haberlerden, televizyondan gördüğümüz bir şeyi bize daha yakından gösterdiğiniz bir iş olarak özetleyebiliriz.


Orman yangınlarıyla mücadele edilen dönemde ben İzmir’de bulunuyordum. OMM’daki sergide yer alan Yanık Orman tam olarak aslında buna gönderme yapıyor. Bu iş özetle potansiyel olanın aslında heykelleşmiş hali. Alüminyum plaka ve epoksi reçineyle yapılmış triptik plakalar, bir bölümü İstanbul’da olan Kuzey Ormanlarındaki el yordamıyla üç farklı ağaçtan alınmış kalıplar kullandım. Eser, yakın, orta ve uzak gelecekte karşılaşacağımız bir anı heykelleştiriyor. Bir ormandaki yıkımın, yakımın sonrasında göreceğimiz, kömüre dönmüş bir ağaç bedeninin önceden heykelleştirilmiş anı. Aslında potansiyel tehlikeyi ve potansiyel yıkımı görselleştiren bir yapıt. Diğer taraftan kötü bir anın plaketiymiş gibi karşımızda duruyor. Ağaç bedeninin günümüzdeki tezahürünü gösteren bir temsil meclisi olarak karşımıza çıkıyor. Şu anda bundan yüz yıl önce yaşayan insanın gözünün önüne gelebilecek ağacın temsili çiçekler açmış, yaprak veren ve döken, doğanın ortasında bir ağaçken; günümüz insanın kafasındaki ağaç tezahürü, ağaç imgesi hem geçmişteki gibi, hem de tamamen kömürleşmiş bir ağaç bedeni de olabiliyor.

Bana birisi ağaç deyince bir ağacın kesiminden bahsediyordur diye düşünüyorum. Sergideki yerini düşününce işin o plaket hissi çok heyecanlandırdı beni şu an.


Aslında iş OMM’un mimarisiyle de çok iyi çalışıyor. Yani Kengo Kuma’nın o ahşap strüktürlerle oluşturduğu yapının ortasında, ağacın iki hali gibi bir diyalog halindeler. Eminim OMM’un inşasında yaşları dolmuş ve kesilmesi gereken ağaçlar kullanılmıştır; ama iki farklı tezahür olarak, iki farklı imge olarak karşılıklı durmaları beni çok etkiliyor.

OMM’un etrafını saran ve içinde kullanılan ahşaplar, vadesi dolan ağaçların kesilip yerine yenilerinin konulduğu endüstriyel ormanlardan geliyor. Bir yandan da türemeye bırakılmış, ve aslında çoğu insan için hiçbir değeri olmayan ve bir engel olarak gözüken ağaçlar da var.


Yanık Orman
’ın ikincil olarak materyalini bir performans çıktısı olarak tanımlıyorum. Teknik olarak; ince bir alüminyum folyo vasıtasıyla ağacın bedenindeki kıvrımları kaydetmeye çalıştım. Oradaki dokunuşum, potansiyel olarak ağaca son dokunuşun da temsili aslında. Herhangi bir insan olarak, potansiyel yok oluşun içinde olan bir ağaca son dokunuşun bir görseli.

İşlerinizin çoğu performatif bir boyut içeriyor. OMM’un açılış sergisi olan "Vuslat”ta “Gülün Dikenleri” serisinden bir eseriniz vardı. Gül tarlalarına gidip, gül dikenlerini toplayıp onlarla meditatif bir süreç geçiriyorsunuz, onları tek tek boyuyorsunuz...


Yine Yanık Orman’daki gibi elin dokunuşuyla alakalı o iş de. “Beceriksiz el” kavramıyla ilgileniyorum çok uzun zamandır. Gül dikenlerinin dala yerleşimi, ya da insan eliyle yapılmamış bir ormanın, ormanda bulunan ağaçların yerleşimi; insan eliyle yapılmış olandan çok farklıdır. Bir insan bir gül dalı yaratmış olsa; çok simetrik, sayıları çok belli, her gül dikenin kalınlığına, uzunluğuna göre bir sayı belirleyerek dizerdi. Fakat doğada böyle bir şey yok, kendi içerisinde bir yerleştirme var. Mandalanın verdiği meditatif etkiyi görüyoruz, fakat orada yine de bir beceriksizlik var. Yan yana, milimetrik bir şekilde dizilmiş gül dikenlerinden bahsediyoruz. Aslında temelinde çok kişisel bir hikayeden, bir aşk acısından da gelmiştir bu diken. İkincil, ama daha önemli tarafı da dizerken elimin beceriksizliğini göstermesi. Seyirci beceriksizliği bir beceri olarak nitelendiriyor tabii. İşi gördükten hemen sonra üretim sürecini izliyor; gül dikenleri toplanıyor, sergilenmek üzere temizleniyor, temizlenmeden önce istifleniyor, boy boy istiflendikten sonra plaka hazırlanıyor, plakaya teker teker yerleştiriliyor, ve seyircinin aklından “Bu işi ne kadar sürede yapmış olabilir?” sorusu geçiyor. Bu işi ben bu kadar sürede yapabildim, çünkü benim elim oldukça beceriksiz, yani bu beceriksizliği ancak mükemmelleştiren bir dizim yaparak kamufle edebilirim. İşin ismi de zaten El Bilir, “el ancak kendini bilir” gibi…

Ali İbrahim Öcal
Ali İbrahim Öcal

36 İşlevsiz Kürek’ten bahsedelim o zaman. Yanık Orman’ın tam karşısında, yani arada büyük bir artrium alanı var ama Yanık Orman’la karşılıklı otuz altı tane kürek var. Daha natural formlu, çeşitli dallarla yapılmış otuz altı tane kürek yan yana duvara dizili duruyor. Bu kürekler neden işlevsiz peki?

Bu iş benim için iki nedenle çok değerli. İlki, “Nature Morte/Salta Mortale” sergisinin çıkış işi olması. Tarımsal bir aktivite sırasında karşılaştığım bir görüntüydü bu aslında. Aslen Burdur’luyum, annemin evindeki küçük bahçede, ufak bir tarımsal aktivite peşindeydim. Verimsiz toprağı bir yerden bir yere alıp, yerine daha verimli toprak naklediyordum. Mola verdiğim esnada kullandığım küreği duvara yasladım. Yan komşumuzun şimşirleri vardı bahçesinde. Şimşirler tabii çürümüş, kabukları soyulmuş. Küreği koyduğum duvarda da eğri bir şimşir dalı vardı; tamamen eğrilmiş, bükülmüş bir şimşir dalı… Ve benim koyduğum düz kürek dalıyla aynı renge, aynı dokuya sahip. Aslında o âna kadar benim için çok normal olan düz kürek sapı, bir anda anormal olmaya başladı. O anda aklımda şu fikir oluştu: bir alet - kadim bir alet - eğri ve işlevsiz olursa biz toprağı ne kadar işleyebiliriz?”. Bu soru, işlevsizleşen alet, ardından işlenemeyen toprak; günümüzde daha çok sanayiye ve bilime meyil veren insan faktörünü aklıma getirdi ve bu iş ortaya çıktı. Yani bu işin göndergesi aslında tam da pandemi sırasında düşündüğümüz gıdaya ulaşım, gıda üretimi, kooperatifsel üretim, Türkiye’deki tarımsal aktivitelerin gittikçe azalması, dünyadaki tarımsal aktivitelerin yerini bilimsel ve teknolojik yatırımların alması gibi birçok konuya cevap arıyor aslında. İlk insanla derdimizin aynı olduğunu pandemi sürecinde özellikle görüyoruz. Haberlerde ya da medyada duyduğumuz yegâne şey sağlık politikaları ve tarım politikaları...

Evet. Duyamadığımız şey hatta…


Duyamadığımız, evet… Burada da“beceriksiz el” metaforunun tekrar konuşabiliriz. Az önce bahsettiğim gibi yine bir paradoks var; teknolojide bir şekilde daha becerikli olan bir elden bahsediyoruz, ama asıl sorunumuz olan beslenme, gıda gibi beş en temel konularda gittikçe beceriksizleşen bir dünyadan bahsedebiliriz.

Şu an birçok sanatçı doğaya yönelik işler yapıyor. Özellikle bizim jenerasyonun ortak kaygısı bu.


Son 4-5 senedir Z kuşağından, daha doğrusu iklim kuşağından bahsediliyor. Bizden çok daha aktif, yaklaşık 7 ila 13-14 yaş aralığındaki bu kuşak ciddi anlamda dünyanın ilgisini çekmiş durumda. Sanki o kuşakta olamamanın verdiği bir üzüntüyle, onları destekleyen bir yaklaşımım var. Mesela Greta Thunberg’in son dönemde iklim krizi hakkında çektiği ilgiyi daha önce hiç bir çevre gönüllüsü, aktivist ne yazık ki çekemedi. Greta Thunberg, hala bir orta öğretim öğrencisi olmasına rağmen - olduğu için hatta - bu ilgiyi hızlı bir şekilde çekti. Bir şekilde ben de birkaç kuşak önceki nesle ait bir birey olarak, Z kuşağına bir şekilde destek olma ihtiyacı duyuyorum.

Biraz önce Burdur dedik, Burdur’daki performansınız nasıl gelişti? Performansınız demek istiyorum ona...


Evet kesinlikle, performans çıktısı aslında. Esere bir performans çıktısı diyebiliyorum ama yaptığım şeyin performans sanatı olduğunu düşünmüyorum. Performans sanatında izleyicilerin olması gerekiyor. Bundan bahsetmeden önce başka bir işimden bahsetmek isterim. 2016’da Derya Yücel küratörlüğünde “Arzunun Topoğrafyası” isimli bir sergi açmıştık, orada da aslında bir performans çıktısı sergilemiştik. Aslen Burdurluyum; taşrada büyümüş, orada eğitim görmüş bir bireyim. Sonradan, sanatın merkezinde olabilmek adına İstanbul’a yerleştim. Dolayısıyla, özlediğim şeyler hep doğa ile ilgili; doğa manzaraları, toprağa dokunmak, toprakta yürümek gibi şeyler. Bu sergi kapsamında, bu özlemi gidermek adına bir performans, bir eser üretmek istediğimi Derya’ya söyledim.

Eserin amacı gidemediğim ve özlediğim bir habitatı galerinin ortasında bir ressam refleksi ile tekrarlamaktı. Bir sıra dağlar konstrüksiyonu oluştururken, kafamdaki imgeyi farklı malzemeleri yığarak elde ettim. Bu da ironik bir şekilde inşaatta kullanılan çimento, kum, alçı, boya gibi malzemelerle oldu. Bu bir yığındı aslında, heykel değildi. Serginin sonunda tüm inşaat malzemesi çuvallara konarak geri dönüşüme gönderildi. Bu eser üç-dört günlük bir performansın sonucunda ortaya çıktı. “Peki ben bu dağ sırasını nerede görmek istiyorum?” diye sordum kendi kendime. Bir zaman aralığı belirledim, ona göre ışık tasarladım, fonu ona göre boyadım. Galeri odası bir şekilde dağın ait olduğu habitata dönüşmeye başladı. İlk performans çıktısı buydu. Arkasından bu bahsettiğimiz Burdur Gölü kenarındakı “ölüyorum” yazısı geldi, fakat ne yazık ki yerel basında tam olarak istediğim gibi çıkmadı.

Yani aslında bizim anladığımız gibi aktivist bir eylem olsun diye, sanatçı buna dikkat çekmek için gitti ve oraya “ölüyorum” yazdı gibi bir durum değil.


Kesinlikle değil, ama yerel basının konuya yaklaşımı inanılmazdı. Yani yapacak bir şey yok, pozlarımı görmüşsünüzdür, o pozları vermek istemedim aslında. İnternette unutulma hakkı var, o hakkımı kullanıp yakında Google’dan sildirmeyi planlıyorum.

Pandemiden de bahsettik aslında.. Bana artık öyle geliyor ki Mart’tan beri dünya olarak aynı yerde kalmış durumdayız. Ve ben artık birine “Nasıl gidiyor?” diye soramıyorum, çünkü çok soruldu artık.


Şunu da sorabilirsiniz yine, “Nasıl etkiledi sanat piyasasını bu pandemi?”

Ne diyorsunuz? Nasıl olacak?


Sanatorium’da pandeminin hemen öncesinde açılan Berkay Tuncay sergisi bunu anlatabilmek için çok değerli bir örnek. Berkay’ın kocaman bir duvara “To Do List”, altında “Nothing” yazdığı işi, önümüzdeki bir yılı özetleyen bir işti. Bu iş dijitalde de çok iyi çalıştı. Ama sanat eserinin mekanda izlenmesi bitemez, çünkü bu birçok şeyi aynı anda bitirir. Evet, günümüzün sanatçıları, dijital platformlarda izlenebilecek eserler üretebilir ve konjonktüre ayak uydurabilir. Sanatçılar zaten yüzyıllar boyunca değişimlere adapte oldular. Ama dijital ortamda bir heykeltraşın, bir ressamın, belki bir fotoğrafçının işini görsem açıkçası ben çok etkilenmem.

Bence pandemi gibi krizlerin olduğu dönemler sanat üretimine sadece katkıda bulunabilir. Sanat üretimi ya da sanatın sergilenmesi adına bir dezavantaj yaratacağını düşünmüyorum. Online tiyatrolar da aynı şekilde. Tiyatroya gitmek bir kültürdür. Online tiyatro üretim için bir alternatif olabilir, ama bir alternatif olarak kenarda kalır. Mekânda sergilerin ben hiçbir zaman biteceğini düşünmüyorum.

Daha fazla

Avrupa'da Yılın Müzesi Ödülleri 2021 cover image

Avrupa'da Yılın Müzesi Ödülleri 2021

"Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülleri 2021” kapsamında OMM, Özel Takdir Ödülü’nün sahibi oldu.

Söyleşi: Nazan Azeri cover image

Söyleşi: Nazan Azeri

Nazan Azeri ile bedende büyüyen tohumlar ve güncel deneyimlerin özündeki kadim bilgileri konuştuk.

Söyleşi: Ali Kazma cover image

Söyleşi: Ali Kazma

Dünyanın sonunu bekleyen tohumlar ve sanatın koruyucu rolüne dair.

İnternet sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Çerezlerle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

OMM - Odunpazarı Modern Müze’nin ziyarete açık olduğu gün ve saatleri buraya tıklayarak öğrenebilirsiniz.