Ufuk Barış Mutlu, StudioMutlu ismiyle markalarla çalışmaya devam ederken kişisel sanat projeleri ve yayınlarıyla oyun alanında kalmaya devam ediyor. OMM Shop’ta PostaKit serisiyle yer alan tasarımcıyı İstanbul’daki evi ve stüdyosunda ziyaret ettik; ilham aldığı kaynaklar ve arşivlediği detaylar üzerine konuştuk.
Hareketli enstalasyonlar, basılı yayınlar ve karton maketlerden dijital projelere, tasarıma dair çok disiplinli yaklaşımınla tanıyoruz seni. Bize kısaca kendinden, üretimlerinden ve StudioMutlu'dan söz edebilir misin?
Küçükken Sultanahmet'teki halı müzesini gezdikten sonra kağıt kalem isteyip halı desenleri çizmeye başladığımı anlatır annem. Hatırladığım ilk zamanlardan beri bir şeyler çizmeye ve üretmeye çalışıyorum; elimin altında inceleyebileceğim ve istediğim gibi oynayabileceğim formlar olmasını istiyorum. Sanata yönelirken en büyük destekçilerim annemle babamdı. Bu konuda anneannemle dedemin evinin de önemli bir yeri var. Dedem farklı sınır kapılarında görev almış bir gümrük müdürüydü. Anneannem de kimya mühendisi, Tekel'de çalışıyordu o dönem. Tarif kitapları, bira ve şarap yapımı, tütün tarifleri, kılavuzlar, notlar, formüller, her şeyi saklardı. Dedem de gümrükten eve çeşit çeşit numune getirirmiş. Çocukken o evi karıştırmak çok etkiliyordu beni. Hala anneannemin kahve değirmenini, dedemin cüzdanını, dosyalarını, kırtasiye malzemelerini kullanıyorum. Çünkü eşyaların karakterli, evladiyelik olduğu o dönemin tasarımları eskimiyor, ürünleri bakım yaparak yaşatabiliyorsunuz.
Tasarımcı olunca insanların evlerine girebilecek ürünler yapmak mümkün oluyor. Hayatımın ilk kırılmaları, üretimlerimin ailem dışındaki insanlar tarafından da ilgi gördüğünü fark etmekle oldu. Daha sonra yapmak istediklerimi teknik bilgiyle buluşturacağım İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümüne girdim. Ödevlerimiz her zaman bir temaydı; pratiğimi konuya göre geliştirme fikri bende okulda yer etmeye başladı. Kinetik heykeller ve enstalasyonlar üretmeye yöneldim. Okulun son dönemlerinde profesyonel olarak yapabileceklerim üzerine düşünmek de beni marka kimliği üretmeye yönlendirdi.
Tasarımcı olarak çalışmaya ATÖLYE'de başladım, orası benim ilk ve son ofis işim oldu. Taze bir yerdi, sonradan çok iyi bir dostum olacak Ece Çiftçi ile birlikte çalışıyorduk. Kısa bir süre içerisinde her konuda ciddi bir tecrübe kazandım ve bunu tek başıma yapabilirim noktasına geldiğimde marka kimlikleri ve projelerle StudioMutlu olarak devam ettim. Ama o oyun oynadığım alanı da hep özlediğim için sanat tarafı aktif olarak devam ediyor bende. Eskisi kadar yoğun olmasa da PostaKit gibi şahıs yayınları yaparak bir denge kurmaya çalışıyorum. Yani süreç para kazanma, kendine yatırma, para kaybetme, sonra biraz daha kazanma şeklinde ilerliyor diyebilirim. Akademi deneyimini merak ediyordum, yakın zamanda Kadir Has Üniversitesi’nde endüstri partneri olarak ders vermeye başladım. İlk dönem “Etkileşim Tasarımı” üzerine başladı, şu an “Marka Kimliği Tasarımı” ile devam ediyor.
Farklı alanlardan beslenen bir tasarımcı olarak, üretim sürecini nasıl kurguluyorsun? Önceliğin üretim yapabileceğin potansiyel oyun alanlarını belirlemek mi, tasarımın ana hatlarına ve teknik aşamalarına odaklanmak mı ya da tasarımın araştırdığı konular üzerine düşünmek mi oluyor?
Okulda hocalarım çok eleştirirdi, ben genelde önce tekniği seçip ondan sonra projeyi yapıyorum. Örneğin, CNC tezgahta alüminyum işlemek istiyorum ve yepyeni bir proje ortaya çıkıyor. Gazetelerin verdiği karton maketleri yorumlamak ve ofset baskı bıçaklarını denemek istiyordum, PostaKit ortaya çıktı. Benim için doğru yöntem bu, beni ne heyecanlandırıyorsa onu üretmeliyim. Zaten ürün ve hikâye birbirini iyi tamamlıyorsa teknikten yola çıktığın fark edilmiyor.
“Balta, makas, çekiç” de böyle çıktı, anneannemin balkonunda bir balta buldum, “Bunun formu çok iyi, Anadolu'da farklı bir biçim var ve bu ben bunu korumak için ne yapabilirim?” dedim ve bir araştırma yayını hazırlamaya karar verdim. Neredeyse her proje böyle çıkıyor benim hayatımda. Materyal beni heyecanlandırıyor ve yola koyuluyorum.
"Yapım süreci modernleşebilir ama form tamamen ölmeden korunabilir. Benim davalarımdan biri de bu."
"Balta, makas, çekiç" kitabında Anadolu'nun geleneksel el aletleri üzerine odaklanırken PostaKit'in "1961 Devrim" ve "1966 Anadol" gibi versiyonlarında da nostaljik popüler kültür öğelerine yer verdiğini görüyoruz. Bir yeni medya sanatçısı olarak, geçmişin ve analog kültürün tasarımlarınla olan ilişkisi nedir?
Bu ilişkinin benim için iki tarafı var. İlki, arşiv kültürü ve dokümantasyonla ilgili. Diğeriyse daha kişisel, “eskiye” duyduğum özlemle ilgili.
Bir nostalji delisi değilim aslında, teknoloji hayatımın tam orta yerinde. Benim geçmişe duyduğum özlem eskinin estetik algısıyla ilgili sadece. Her şeyin modası çok hızlı geçiyor, bunda planlı eskitmenin de payı var ve biz çeşitli sebeplerden belli dönemlerdeki modaya sık sık geri dönüyoruz. Ben tasarımlarda o minimalizmi korumayı seviyorum.
Arşiv ve dokümantasyon açısından bakarsak, Anadolu eklektik yapısıyla uçsuz bucaksız bir kültür. Fakat arşivciliğimiz çok zayıf. PostaKit sürecinde Devrim otomobilinin teknik çizimlerini çok araştırdım ve fark ettim ki proje iptal olunca modelleri ve planları “toprağa gömerek” ortadan kaldırmışlar. Türkiye değil başka bir yerde olsaydı Devrim, kültürel bir ikona dönüşebilirdi. Ben yeni kuşaktan gelen biri olarak eskiye dair bir şeye sahip olmakta zorlanıyorum. Bu çok büyük bir dert.
Anadolu’ya ait birçok form, zanaat ve bunlara ait çok sayıda özel alet var. Örneğin koyun kırkma makası, belki hala bulunabilir ama bunu yapan usta gittiğinde ortadan kaybolacak. Çünkü genellikle ustaların çocukları ve torunları da bu alanları bırakıyor. Amacım duygusal bir noktadan bakıp bu aletleri geri getirmeye çalışmaktan ziyade, formlar üzerine düşünmek ve var olan formu sahiplenmek. Biz ustayı ve ustalığı kurtarmaya odaklanıyoruz ama form ölüyor. Oysa bu tasarımları rahatlıkla modern kalıplara çevirebiliriz. Mesela balta Norveç'te bir kültür mirası ve modern makinelerde üretiliyor. Aleti biçim olarak korumayı başardıkları için bundan daha yüksek bir kültür çıkarımı elde edebiliyorlar. Yapım süreci modernleşebilir ama form tamamen ölmeden korunabilir. Benim davalarımdan biri de bu.
Kişisel projelerinin yanı sıra ticari projelerin de var. Sınırları farklı iki alanda çalışmalarına devam ederken yaşadığın zorluklar, motivasyon ya da ilham kaynakların neler?
Tasarımcı olmaya karar verdiğimde bu işin hizmet sektörünün tam orta yerinde olduğunun farkında değildim. Zaman içinde bir “süperstar” olmadığın sürece, birilerinin çıkıp “Bu mavi değil kırmızı olsun” demeye devam edeceğini anladım. Ama burada da şu ayrımı yapmak önemli, sanatçı kimliğinle üretim yaparken kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Benim en keyif aldığım projelerim kimseye haber vermeden ortaya koyduklarım oluyor genelde. Sanırım tasarım alanında da iyi iş yapabilmemin sebebi, sanat tarafında bu özgürlük tatminini yaşayabiliyor olmam.
Bu alanda dertli olduğum konulardan biri de bizim alanımızda tasarım eğitiminin bir ajansta çalışmak üzerine veriliyor olması. Kimse freelance çalışmaktan, kendi ajansını kurmaktan veya müşteriye nasıl teklif hazırlanacağından, fatura kesileceğinden bahsetmiyor. Bu tecrübeler uzun yollarla öğreniliyor ama bu kadar zor olmamalı. Okul panellerinden konuşma davetleri aldığım en yaygın konular bunlar.
Gelecek üretimlerine dair konuşalım son olarak. Şu sıralar gündeminde neler var? Henüz hayata geçmemiş projelerin, gelecekten beklentilerin, planların veya hayallerinden bahsetmek ister misin?
Stüdyo işlerinin yanında, sanat tarafına daha fazla ağırlık vermek, hazırda bekleyen kitaplarımı bitirmek, ürün tarafına yoğunlaşmak istiyorum. Dijital işlerim devam ediyor ama üniversitedeki gibi fiziksel üretimleri çok özledim. Kendi oyunlarımla marka işlerindeki müşteri ilişkilerimi arada bir yerde birleştirmek, kurumlarla çalışarak tasarım detaylarının ve ürün hikayelerinin buluştuğu denemelerime devam etmek istiyorum.
Şu an lise arkadaşım Erdem Kahraman'la beraber kurduğumuz “Gray Label” isimli yeni bir markamız var, tekstil ürünleri tasarlıyor ve üretiyoruz. Bir de blockchain temalı yeni heykel serim ile İstanbul ve Barselona'da iki sergiye hazırlanıyorum.