Seattle’da başlayan takı tasarımı hikayesiyle yepyeni bir marka yolculuğuna çıkan Sema Kentel, Mihanikî aracılığıyla antik dönemin estetiğini günlük yaşama taşıyor. Sema Kentel’in atölyesini ziyaret ederek Mihanikî’nin hikayesini dinledik ve tasarımcının kişisel yolculuğu üzerine sohbet ettik.
Bize kısaca kendinden, üretimlerinden, takı tasarımına başlamanla birlikte Mihanikî'nin hikayesinden söz edebilir misin?
Ben Eskişehirliyim hatta dedem Odunpazarlı. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunuyum. Mezun olduktan sonra farklı sektörleri aynı anda deneyimleyebileceğim, işin mutfağı olarak anılan ajans tarafında reklamcı olarak iş dünyasına atıldım. Birkaç sene çalıştıktan sonra ABD’nin Seattle kentine taşındım.
Seattle’dayken beni neyin mutlu ettiğini düşünme, kendimi sorgulama ve bu uğurda yeni şeyler deneme şansı buldum. Her zaman ellerimle gerçek bir şeyler üretmeyi istemiştim, ancak orada farklı tasarım atölyelerinde takı eğitimi alınca buna gerçekten bir yatkınlığım, yeteneğin olduğunu görme fırsatım oldu.
Seattle’dan İstanbul’a dönünce takı derslerine devam ettim, bir yandan da dijital pazarlama alanında uzmanlaştım. Mihanikî’yi kurma sürecimde tam zamanlı bir ajansta çalışıyordum, aynı anda ikisine de yoğunlaşamadığım için ajanstaki işimi bıraktım ve bir süre Mihanikî’ye yoğunluk verdim. Mihanikî belli bir noktaya geldikten sonra da üç ortağımla birlikte kendi ajansımızı, Digimetri’yi kurduk.
Bir dijital ajansın da var. Peki bu yoğun rutin içerisinde yaşadığın zorluklar ya da motivasyon/ilham kaynakların neler oluyor?
Öncelikle samimiyetle söylemeliyim ki gündelik hayatım gerçekten dolu dolu geçiyor. Zaman planlaması yapmak en büyük önceliğim oldu. İki tam zamanlı işimin yanına bir de minik bir bebek katılınca hayatın bazen çok yorucu olduğunu inkâr edemem.
Ama ne zaman çok yoğun olsam yeni bir şey üretmek için alevleniyorum. Sanırım en büyük motivasyonum kendi yoğunluğum oldu son zamanlarda. Ne kadar yoğun olursam zamanımı o kadar verimli kullanıyorum. Fırsat buldukça en sevdiğim ve ilham aldığım konulardan biri olan Antik Yunan Tarihi üzerine okumalar yapıyorum. İlham perileri (Muse’lar) özelinde hazırladığım yeni bir seri var. Tabii bir de Deniz doğduktan sonra hayatımızın göbeğine “nazar” kelimesi düştü. Bu konuda bazı çizimlerim var ama metale işleyecek zamanı maalesef henüz bulamadım.
Bize üretim basamaklarından bahsedebilir misin? Tasarım süreçlerinde özellikle dikkat ettiğin noktalar var mı?
Önce her şey tasarımla başlıyor. Mihanikî sadece kendi tasarımlarıyla ilerleyen bir marka. İlk yıllarında her şey tezgâhta başlıyordu, şimdiyse biraz daha kağıt kalemle çizerek (kendi anlayabileceğim kadar çizebiliyorum ama yine de yeterli oluyor). Sonrasında tezgâha oturuyorum, kalıp mum tekniğiyle çalışıyorum ya da metal keserek kaynak yapıyorum. Daha sonra kalıplar alınıyor, farklı denemeler yapıyorum, hangi materyalin kullanılacağına karar veriyorum.
Bazen aylarca, “İçime sindi mi, gerçekten severek takıyor muyum?” sorgulamaları takip ediyor bu süreci. Aslında işin özünde, ürettiğim parçanın benim beğenerek takacağım bir tasarım olup olmadığı benim için en önemli nokta: Onu takınca heyecanlanmam, elimde, kulağımda gördüğümde beğenmem gerekiyor.
Mihanikî, "antik dönemin yalınlığından ilham alan takılar" tasarlıyor. Daha detaylı bahsetmek gerekirse, üretimlerinin stilini veya estetik anlayışını nasıl tanımlarsın?
Mihanikî’ye başlarken tasarımlarıma en çok Antik dönem ve özellikle de Bizans tarihi ilham veriyordu, bunların etkisi hâlâ çok fazla. Siyaset bilimi mezunuyum ama üniversitedeyken aldığım seçmeli Bizans tarihi dersleri, özellikle Nevra Necipoğlu’nun dersi anlatırkenki heyecanı bana hala ilham veriyor.
En sevdiğim yazar Ursula K. Le Guin’in varlığını da atölyede çok hissediyorum. Tasarımlar bazen bilinçli bir sürecin sonunda, araştırma ve kavramsal çalışma sonunda ortaya çıkıyor. Bazen de tamamen kendiliğinden, hakikaten “mihanikî” biçimde, plansız bir akış içinde meydana geliyor.
Mihanikî benim kişisel yolculuğumun da en büyük tanığı. Ben değiştikçe beğendiğim ve takmak istediğim şeyler de değişebiliyor. O yüzden Mihanikî ne kadar antik dönemden ilham alıyor olsa da benim görsel ihtiyaçlarıma, hayatımdaki kesitlere, beğenilerime göre de yol alıyor.
Bunun en net örneği, partnerimin işi gereği sürekli Seattle’a gidip geldiğim 2018’de “yolda” olma mefhumu üzerine çok düşünmem ve o sene “Yol” serisinin ortaya çıkması.
Estetik anlayışım son yıllarda biraz değişmekle birlikte hem iddialı hem de abartılı olmayan bir yalınlığa ve özgürlüğe sahip. Üretim stilimi ve sürecimi özgür hissetmekle ilişkilendiriyorum, özgür hissettiriyor tasarlamak…
Gelecek üretimlerine dair neler söyleyebilirsin? Henüz hayata geçmemiş projelerin, gelecekten beklentilerin, planların ve hayallerin neler?
Gelecek üretimlerimde kesinlikle daha çok yarı değerli taş var ve yine bolca Antik dönem… Sanırım biraz daha farklı bir tasarımsal yolun içindeyim, tezgâha oturmamı bekleyen en az on farklı model var, doğru zamanı bekliyoruz sanırım onlarla bir araya gelmek için.
Son senelerde pandemi ve hamilelikle çok fazla eve ve atölyeye sıkışmış hissediyorum kendimi, o yüzden daha çok yurt dışında olmayı, Mihanikî’yi de oralara götürmeyi, markayı daha uluslararası bir yola sokmayı umuyorum. Başka tasarımcılarla ortaklıklar geliştirmek ve multidisipliner projelerde birlikte çalışmak da hayallerimden biri.