Söyleşi: Murat Akagündüz

Murat Akagündüz'le doğayla olan dolaylı ilişkimizi ve coğrafyayı yeniden inşa etmeyi konuştuk.

Murat Akagündüz, Kaf Serisi, 2015, Tuval üzerine yağlıboya 5 adet, 200 x 150 cm
Murat Akagündüz, Kaf Serisi, 2015, Tuval üzerine yağlıboya 5 adet, 200 x 150 cm

İnsanlığın her daim sembolik anlamlar yüklediği doğa ile süregelen etkileşimini, nesiller boyunca geçerliliğini koruyan kültürel yapıtlarda, anlatılarda, imgelerde izleyebiliyoruz. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında coğrafyanın ekonomik, sosyal ve ticari özelliklerinin vurgulanması, insanın kendini doğadan ayrıştırmasını, onun üzerinde hakimiyet kurma arzusunu de beraberinde getirdi. Çağlar boyunca yücelikle ve yolda olmanın erdemi ile ilişkilendirilen dağ imgesi, yeni teknolojilerin mutlak güce dönüştüğü günümüzde neye karşılık geliyor? Murat Akagündüz’ün yüksek dağ tepelerini Google Earth’teki görünümleri üzerinden resmettiği “Kaf” serisi, dijital erişilebilirliğin fiziksel veya ruhsal erişilebilirliğin yerine geçtiği Antroposen çağda oluşan yeni varoluşsal tanımlara ve hiyerarşilere ışık tutuyor.

Murat Akagündüz 1995’te Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. Antonio Cosentino, Mustafa Pancar ve Hakan Gürsoytrak’la “Hafriyat” grubunun kurucuları arasında yer aldı. 25 yıllık kariyeri dahilinde çalışmaları 9. ve 13. İstanbul Bienali'nde, Türkiye ve yurtdışındaki pek çok müzede sergilendi. Kendisinin son kişisel sergisi “Vertigo” 2016’da Arter’de gerçekleşti.

Murat Akagündüz ile sanayileşme sonrasında doğayla olan dolaylı ilişkimizi, cumhuriyetin erken yıllarında Anadolu’yu resmetmekle görevlendirilen sanatçıların kayıp Yurt Anadolu tablolarını ve “çağımızın yeni peygamberi” Greta Thunberg’i konuştuk.

Bu konuşmayı OMM’un “Günün Sonunda” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.

Şimdiye kadar olan sergilerinize bakarken, ilginç bir şekilde aslında daha önce Eskişehir’de bir serginizin gerçekleştiğini gördük. 19-20 sene önce, 2000 yılında Anadolu Üniversitesi’nde gerçekleşen bir sergi bu.

Çok zaman geçmiş.

Evet. Kurucularından olduğunuz Hafriyat’ın bir sergisi.


Evet, doğru. Yanılmıyorsam Hafriyat grubunun açtığı 5. sergiydi. Antonio Cosentino, Mustafa Pancar ve Hakan Gürsoytrak ile Hafriyat olarak Teşvikiye’de, Kare Sanat Galerisi’nde “Hafriyat” başlıklı bir sergi yapmıştık, ikinci sergi ise Etiler’deki Passion Sanat Galerisi’nde gerçekleşti. Atatürk Kültür Merkezi’ndeki üçüncü sergimizden sonra Karşı Sanat’ta daha geniş katılımlı bir sergimiz oldu. Ardından Anadolu Üniversitesi bizimle bir sergi yapmak istedi. Eskişehir’e bu şekilde geldik. Onun da bizim için oldukça heyecanlı bir sergi olduğunu hatırlıyorum. Üniversiteye davet edilmek ve bir grup olarak ortaya koyduğumuz inisiyatifin karşılığının bir üniversiteden bize geri dönmesi çok hoşumuza gitmişti; çok güzel ağırlanmıştık diye hatırlıyorum.

O zamandan bu zamana Eskişehir'e seyahat ettiniz mi?


Evet, ara ara uğruyorum. Arkadaşlarım var, onları ziyaret ediyorum. Hatta bu bahsettiğimiz serginin öncesinde Hakan Gürsoytrak Eskişehir Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde öğretim üyesiydi, kendisiyle Mimar Sinan Üniversitesi’nden gelen bir dostluğumuz var. Bu dostluğun üzerine kurulu bir “Hafriyat grubu” fikri vardı. Peyote’nin kurucuları arkadaşımdır, arada konserlerini dinliyordum, ama son zamanlarda pek mümkün olmuyor bu tabii ki. Pandemi koşulları, gelen yasaklar, kısıtlamalar… Fakat dediğim gibi nadir de olsa ara ara Eskişehir’e uğruyorum. Anadolu’ya yaptığım seyahatler sırasında özellikle Eskişehir üzerinden geçmeyi tercih ediyorum. Eskişehir’in inşa etmek istediği kent fikrini seviyorum, onu gözlemlemek de hoşuma gidiyor.

Zaman zaman belki seyahatle el ele veren, ya da fiziksel ya da ruhsal bir seyahat fikriyle birleşen bir pratiğiniz olduğunu söyleyebilir miyiz?


Kentin kişiye, topluma kattıklarını gözden geçirme, o değişimin kişinin iç yolculuğu ve gündelik pratiğiyle etkileşimini gözlemleme fikrinden yola çıkıyorum. Kabul görmüş, kanıksanmış, ya da bizden öyle olması beklenen daha genel bir coğrafya fikrini, daha çok kendimizin tecrübe ettiği bir coğrafyayla yeniden inşa etmek, ona yeniden - belki “ilk kez" - bakmak ile ilgileniyorum. Ancak o zaman kavrayabildiğimiz bir yurt, ülke - belki kimlik, aidiyet - fikriyle ilgili bazı şeyler katabileceğini düşündüğümden bu yolculukları yaptım. Yani bu coğrafyayı tanımak ve ilişkilerini tekrar gözden geçirmek benim için bir zaruret gibiydi, ve bunu hala yapıyorum. Dolayısıyla, tanımlamanız doğru.

İsmiyle tam içinde olduğumuz coğrafyadan daha uzaklara uzanan, bizim “Günün Sonunda” sergisinde yer alan eser serinizden -Kaf’tan- bahsetmek istiyorum. Beş tuvalden oluşan yağlı boya çalışmasında beyaz renk hâkim, ve her biri isimlerini Google Earth ile bulduğunuz dağ görüntülerinin enlem-boylam koordinatlarından alıyor.


Bildiğiniz gibi “Kaf” ismi, pek çok kültürün mitolojisinde ve Doğu kültüründe bir tür erdem arayışı için yola çıkma, varılan bir yerden ziyade bir erdem için yola koyulma anlamlarını barındırıyor. Fütürizm içeren, insan dediğimiz varlığın gelişim yolunda bugün geldiği noktaya gönderme yapan bir başlık. Teknoloji çağını geride bıraktık, dijital bir yoldayız ve bu dijital alanda artık zaman, mekân gibi kavramların anlamları çok farklılaştı. Ve "Kaf" mitinde anlam bulan yerin kendisi biraz sorguya muhtaç gibi görünüyor.

Bu resimlerde özellikle görmenin mümkün olmadığı yerleri, görüntüleri Google’dan tarayıp seçtiğim kadrajları analog olarak boyamak istedim. Bu bir yandan bir coğrafyanın romantizmine ilişkin totaliter bakışa yönelik bir dekonstrüksiyon gibi düşünülebilir. Bir sessiz tepkisellik oluşturduğunu söyleyebilirim. Seri bu fikirler üstüne inşa oldu, ve belirlediğim kadrajların koordinatlarını dahil ettim. Bu resimler, Avrupa’nın güneyinden, Pireneler’den, Alpler’den, Anadolu Platosu’nun kuzeyindeki dağ sıralarından, Kafkasya’dan, Himalayalar’ın sonuna giden bir taramanın içinde boyamayı seçtiğim yerlerin koordinatlarına göre isimlerini aldılar.

Çok zor bir seçim gibi duyuluyor, dünyadaki bütün dağları boyayabilirdiniz. Bu eserler 2015 yılına ait ve Google Earth’le bu projenin öncesinde de çok vakit geçiriyor muydunuz? Yani, başlangıç noktası neresi?


Kaf
serisinin öncesinde yaptığım bir Yurt Anadolu gezileri vardı. 1938 - 1944 yılları arasında, yani 2. Dünya Savaşı öncesinde, Cumhuriyet’in tek partili döneminin kültür kazanımlarının görüntülemesi ve resmedilmesi için Anadolu’ya sanatçılar yollandı. Ressamların birikimlerini kullanması sonucu kültür kazanımları elde etmek, çıkan eserleri genç Cumhuriyet’in kurumlarında, müzesinde sergilemek, hatta her yılın sonunda düzenlenen bir sergiyle dereceye girenlere ödüller vermek, sergilenecek olanları kullanmak gibi bir tasavvur vardı. Fakat bu proje beklenen sonucu doğurmadı. Çünkü özellikle ilk iki yıl içinde gelen resimler pek de Cumhuriyet’in kazanımlarına odaklanmıyor, biraz yıkılmış ve pejmürde bir Anadolu tasviri var, kazanım gibi görünen pek bir şey yok ortada. Dolayısıyla, gelen resimlerin etkisi hayal kırıklığı yaratıyor.

O resimlere bugün ulaşamıyoruz, pek çoğu kayıp, ortada yok. Bildiğim kadarıyla 617 tane olmalılar, fakat bu resimlerin çok küçük bir kısmını biliyoruz. Bugün sanat tarihinden tanıdığımız, bildiğimiz sanatçıların işleri o dönemden bugüne kalanlar, ama pek çok sanatçının adını da resimlerini de bilmiyoruz. Bir yandan da buna gönderme yapma, yeniden revize etme fikriyle Anadolu’nun kendisine değil de merkezin kendisine bakmak üzere Ankara resimleri yapmıştım. Ankara’yla hiçbir bağım olmamasına rağmen başkent imgesini bir tür yapıbozuma uğratmak istemiştim aslında. Sonra da serbestçe Anadolu’ya geziler yapmaya başladım, yani merkezden görev almak yerine kendi kendimi görevlendirdim. Bunun üzerine reçinelerle Yurt-Anadolu isimli seriyi oluşturmuştum.

Dağlar hep yücelikle ilişkilendirilir bildiğiniz gibi…İnsan etkileriyle yeryüzünün şekillendiği Antroposen çağın içinde yüceliğe, bir imge olarak dijital ekranlardan hatta pek çok aplikasyondan yükseklikler, alçaklıklar, topografiler olarak ulaşmamız mümkün. Bir yandan da, suni de olsa ele geçmiş bir dünya imgesi var.

Buna dönük bir ressam olarak, bir imgeyi resmin kendi imgesiyle tekrar çakıştırmak, onları üst üste bindirmek ve “yeni soruları nasıl çoğaltabiliriz?” sorusunu araştırmak üzerine resimleri yaptım.

Murat Akagündüz
Murat Akagündüz


Küratör Aslı Seven’in kaleme aldığı metinde şöyle bir tanım var: “Sergi yeryüzüyle kurduğumuz ilişkideki dijital dolayımın varoluşsal sonuçlarına ve imge üretimi üzerindeki etkilerine dair bir sorgulama içeriyor.” Biraz daha altını çizmek istediğim kısım bu “dijital dolayım”, çünkü demin değindiniz gibi kendimizi dünyayla ilişkilendirme biçimimiz değişti.

Tabii ki, evet. Aslında “İnsan doğadan kopmuş varlıktır” önermesi, felsefenin, sosyolojinin önümüze koyduğu bir tanım, ve bundan bugün kuşku duymuyoruz. Bugün kuşku duymamamızın en büyük nedeninin, dijital teknolojilerin olanaklarıyla doğayla aramıza büyük mesafelerin girmesi olduğunu düşünüyorum. Yani daha mekanik bir dönem olan Sanayi Devrimini düşündüğümüzde, bugün bulunduğumuz yerde daha naif sorular var hayatımızda, daha gerçeğe yakın sorular. Bugün çevresel duyarlılığımın kaynağındaki etmenler o büyük Sanayi Devriminin yarattığı doğal tahribatın sonuçlarını insanların daha fazla yaşıyor olması.Tabii ki merkezinde Batı’nın olduğu bir tecrübeden bahsediyoruz, dünyadaki en ağır kanser vakalarının ilk kez görüldüğü yerler kömür madenleri ve taş ocakları. Batı, ağır sanayinin karbon salınımları ve çevre kirliliğine en çok etki eden kaynaklardan kısmen daha erken kurtulma çabası içerisinde.

Ama dünyada hiçbir şey eşzamanlı yaşanmıyor. Batı’nın yaşadığı sanayileşme zorunluluğu, dünyada “gelişmekte olan” diye tanımlanan, ya da geri kalmış ülkelerinin gıpta ile baktığı şeyler oluyor; zincirleme olarak, döngüsel olarak bir tahribat var. Biz elimizdeki bu yeni dijital kaynaklarlar ile dünyanın pek çok yerinden bilgi alabiliyoruz. “Bir gerçeklik” bizi kuşatıyor ve her şey kent ve metropol fikri üzerinden kurulmaya başlıyor. Dediğimiz gibi doğayla varlıksal bir etkileşimi çok dolaylı tecrübe ediyoruz, belki bugünkü hassasiyetin oluşmasına da neden oluyor bu.

Tek tanrılı dinlerden beri insan dediğimiz varlık doğanın, evrenin şımarmış öznesi olarak kendini tanımladı. Her şeye hakkı olan, her şeyin onun için - ona bahşedilmiş - olduğu fikrinden dolayı kaynakları kötü tüketti; fakat durumun böyle olmadığını tecrübe ettiği, bunun görünür olduğu bir durum oluştu. Burada özne olan insanın yerine özne olan gezegen, canlılar fikri de evrilmeye başladı. Geleceğe dair bir umudumuz olabilecekse; öznenin yer değiştirmesi, yani insandan doğaya evrilmesi fikrinin yeşermesi ileriye dönük kuracağımız ütopyada anahtar bir tanım olabilir.

Tüm bu konuştuğumuz konular arasında, bunların üzerine düşünürken son zamanlarda özellikle dikkatinize çeken bir ifade ya da eser oldu mu?


Bu yıl içinde Ömer Madra ve Oya Baydar’ı bir radyo programında dinlerken özellikle Oya Baydar’ın kullandığı bir tanım hoşuma gitti; genç aktivist “Greta” üstüneydi. “Belki de çağımızın yeni peygamberi Greta Thunberg,” demişti. Ben de Greta’ya ilişkin o güzellemesini devam ettireyim, ve "umarım öyledir" diyeyim. Çok buhranlı zamanlarda birileri gelir, kuşatılmış gerçekliği tekrar ele geçirir ve yeniden tanımlar. Dünyanın içine girdiği büyük buhranın içinde ele geçirilmiş, kuşatılmış bir gerçeklik var, o gerçekliği biz tekrar geri kazanabiliriz umarım. Greta gibi aktivistler ve bu yönde çabalayan insanlar sayesinde bu yeni gerçekliği yeniden ele geçirmemiz mümkün olabilir, ve yeniden bir ütopyaya sahip olabiliriz.

Daha fazla

Avrupa'da Yılın Müzesi Ödülleri 2021 cover image

Avrupa'da Yılın Müzesi Ödülleri 2021

"Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülleri 2021” kapsamında OMM, Özel Takdir Ödülü’nün sahibi oldu.

Söyleşi: Lara Ögel cover image

Söyleşi: Lara Ögel

Sergide Evler Odalardı, Unuttum... (2020) çalışmasıyla yer alan Lara Ögel ile hayatın döngüselliği ve "ölmeyi öğrenmek" hakkında konuşuyoruz.

Söyleşi: Fırat Engin cover image

Söyleşi: Fırat Engin

Sanatçıyla "Arınma," tüketim odaklı yaşamlar ve geleceğin belirsizliği üzerine.

İnternet sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Çerezlerle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

OMM - Odunpazarı Modern Müze’nin ziyarete açık olduğu gün ve saatleri buraya tıklayarak öğrenebilirsiniz.