Fırat Engin, “Ruh Dolu Kayıklar, Su ve Düşler!” sergisi sırasında kendisiyle yapılan bir röportajda, günümüzde de devam eden mülteci krizini konu edinen eserleriyle "yalın bir dil ile konunun şiirsel taraflarını açığa çıkarmayı" hedeflediğini paylaşmıştı. Seri üretim/tüketim ve iktidarın aldığı farklı biçimler, heykel sanatçısı ve akademisyen Engin’in eserlerinde daha önce işlediği diğer konular arasında. Sanatçı, 2007’den beri sanat pratiğinde ve günlük hayatında hakim olan kendini yıkıp yeniden kurma anlayışıyla, “serbest, rastlantısal, esnek ve proje bazlı” eserler üretiyor.
Engin’in 2009’da Fransa’daki bir sergi için ürettiği foto-enstalasyonu Ben ve Biz ise, pandemi döneminde kendimizi bir anda içinde bulduğumuz dünyayı şaşırtıcı bir kesinlikle tariflemişti: Bir film stüdyosuna yerleştirilen şeffaf kabinler ve bu kabinlerin içindeki kişilerin izlemeleri için yansıtılmış fotoğraflardan oluşan Ben ve Biz; bireyin toplum içindeki yerini tanımlarken bir yandan da kendi kişisel sınırlarını/mesafesini keşfettiği anlara tanıklık etmemize olanak sağlıyordu. “Günün Sonunda” sergisindeki eseri Arınma’da gördüğümüz çamaşır makinesi içinde yıkanan dünya imgesi ise, pandemi sonrası dünyada, on yıl önce ilk üretildiği zamana göre 2011’de hayal bile edilemeyecek kadar net çağrışımlar yaratıyor.
Fırat Engin’le Arınma, pandemiye uzanan yol ve öngörülemeyen gelecek üzerine konuştuk.
Bu konuşmayı OMM’un “Günün Sonunda” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.
“Günün Sonunda” sergisinde yer alan eseriniz Arınma hakkında sohbet ederek başlamak isteriz. Bu 2011 yılında gerçekleştirdiğiniz bir eser, hikayesini anlatmak ister misiniz?
Tabii. Evet, Arınma’yı 2011 yılında “İstila” sergisi kapsamında gerçekleştirmiştim. İstanbul Mac Art galeride açmış olduğum 4 Haziran 2011 tarihli sergide yer alıyordu bu eser. Daha öncesinde 2010 yılında Gregor Samsa anısına yapmış olduğum bir başka video-heykel çalışması vardı. Video-heykel serisi öyle başlamıştı. Arınma da teknik anlamda bu video-heykel serisinin bir devamı. Tabii o dönem serginin teması, üst başlığı, genel kapsamı, biraz kültür politikalarıyla ilgiliydi ve küreselleşme, tüketim kültürü, kapitalizm kültür istilası, kültürel hegemonya ve benzeri kavramlar üzerinden özellikle bizimki gibi coğrafyalarda bunun sosyolojik yansımaları üzerine yaptığım bir sergiydi.
Arınma da bu üst temanın bir göstergesiydi diğer işlerle beraber. Video var, bu video yıkanan bir dünya imgesi aslında… Bu yıkanan dünya imgesi de bir çamaşır makinesi içerisinde sergileniyor. Yani, nesnenin reel gerçekliği ile görüntünün sanal gerçekliğinin bir arada kullanılarak manipüle edilmesiyle yeni bir görsellik, yeni bir imge ortaya koyuyor aslında çalışma. Bu anlamda bakıldığı zaman, ben özellikle video-heykellerde nesnenin rolünü çok önemsiyorum. Yani nesnenin işlevselliği, araçsallığı ön planda. Yani, çamaşır makinesinin yıkama mekaniği, yıkama hareketini kullanıyorum. Mesela; buzdolabında yine öyle…
Bir de elektrik süpürgesi vardı, kuşları süpüren.
Aynen öyle! Elektrik süpürgesinde, turbo fırında; turbo fırında kendi oto portrem vardı; bu nesnelerin kendi zaten gündelik hayatımızdaki işlevsel hareketlerinden faydalanıyorum. Yani çamaşır makinesinde bir şey yıkıyorum, bir şey pişirmiyorum veyahut herhangi bir görsel koymuyorum veya işte fırının içerisinde kendi oto portrem olarak kendi kafamı mesela pişiriyorum ama başka bir şey koymuyorum. Nesnenin bu gündelik hayatımızdaki potansiyel enerjisinden faydalandığımı söyleyebilirim. Dolayısıyla; gerçeklikle sanal gerçekliğin manipüle edilerek oluşturduğu yeni bir hal aslında, Arınma…
“İstila” sergisiyle ilgili biraz konuşmak gerekirse: 2011 yılından buraya baktığımızda hem serginin genel bağlamı olan istilanın hem de bu eserin bağlamını hala güncelliğini koruduğunu, hatta daha büyük bir sorun halinde karşımıza geldiğini görüyoruz. 2011 yılında belki durum biraz daha iyiydi, henüz şu anki kadar primitif korkularımız yoktu belki. Ama şimdi bunların hepsinin bu kadar somut ve bu kadar primitif sonuçlarını gördüğümüz bir dönemdeyiz. Bu iki dönem arasındaki farkı ve Arınma’nın güncelliğini yenilemesini siz nasıl yorumluyorsunuz?
O bağı ben de kurabiliyorum aslında. Tamam, “İstila” sergisinin 2011’de temel yaklaşımı yahut temel sorunsalları bu değildi; çünkü pandemi gibi bir şey ile karşılamamıştık ve açıkçası pandemi, benim çok apokaliptik bulduğum bir şey ve ben hiç böyle bir şey de öngöremiyordum birçok insan gibi… Dolayısıyla, sorunsalı farklıydı ama yine de sorunsalların birbiriyle organik bir ilişkisi var. Kuşkusuz var, çünkü “İstila” sergisindeki dünya düzeni üzerindeki eleştirilerin aslında bir sonucu bu pandemi. O zaman eleştirileri somut, doğrudan belki altını çizmeye çalışıyorduk ama sonuçlarından bir tanesi de işte bu salgın hastalıklar.
Bir yandan da şöyle bir şey var; geçenlerde başka bir eserimle ilgili de benzer bir şey oldu: Benim 2009 yılında Fransa’da yapmış olduğum Ben ve Biz başlıklı bir foto-enstalasyon çalışması vardı. Şeffaf kabinlerin içerisine insanların katılımıyla kurgulamış olduğum bir çalışmaydı ve herbir kabin içerisindeki kişiyi izole ediyordu. Yani bir görünmez ama izole eden bir alan oluşturuyordu kişi etrafında. Oradaki bana modellik yapan arkadaşlarımdan bir tanesiyle aradan epey vakit geçtikten sonra, pandemi döneminde mesajlaştık. “O zaman senin kabinlerin içine girdiğimde ne hissediyorsam, benzer bir şeyi şu an ama farklı bir bağlamda yeniden yaşıyorum.” dedi. Yani o işte mesela, o zaman böyle bir şey öngöremiyorduk; ama on yıl sonra günümüzdeki bu pandemi süreciyle bir ilişki kurdu. Arınma da böyle işte.
Biraz önce de konuştuğumuz gibi, çok daha önce başlayan ama bizim 90’ların sonu, 2000’lerin başında farkına vardığımız problemler şu an yaşadığımız bütün sıkıntıların bir noktada kökü gibi.
Bu konuda çok haklısınız. Sanayi Devrimi’nden bu yana yüksek bir tüketim, artan bir nüfus; zenginleşen, dünyada çok bollaşan bir para ve bunun dağılımı sonucunda tüketim odaklı yaşantılar ve bunun beraberinde getirdiği çok ciddi kitlesel problemler… Çünkü aynı zamanda bir taraf çok zenginleşirken bir taraf da çok fakirleşti. Hem maddi anlamdaki denge hem sosyo kültürel anlamdaki denge çok bozuldu. Çevresel felaketler, sürdürülebilir enerjiye ulaşımda zorluk vesaire çok konular var bununla ilgili tabii. Pandemi bunun sonucudur.
Yani sonunda o kadar büyüdük, o kadar genişledik ve o kadar yayılmacı bir şekilde dünya üzerinde hareket ettik ki; sonunda bir yarasanın mağarasında onun evi olan yere kadar indik.
2011’deki “İstila” sergisinden ve Arınma işinden yola çıkarak 2020’ye bir bakış attık gibi hissediyoruz. “Şu an, o zaman hiç aklımıza gelmeyecek bir yerdeyiz; ama belki de o zaman bunun yolun başındaydık,” gibi. Önümüzde uzanan dönem için sizin sanat dünyası özelindeki öngörüleriniz neler?
Çünkü bir yandan sanat üretimini de çok değişik bir şekilde etkileyen bir dönem oldu.Bu gezegen bizi sürekli şaşırtmaya devam ediyor. Dolayısıyla, “Bu da olmaz artık! Yok artık!” dediğimiz her şey başımıza geliyor. “Bir bu eksikti!” dediğimiz şeyleri yaşıyoruz. Dolayısıyla artık çok da öngöremiyorum. Her türlü senaryoya hazırlıklı olmak gerekiyor bana kalırsa. Hem bu coğrafyada hem de dünya genelinde. Fakat şöyle bir şey var; bunun sürdürülebilir olmadığı da sanki bir taraftan görülüyor. Yani dünyada bence iki türlü akıl var; bir tanesi eski alışkanlıklar üzerinden devam eden, eski alışkanlıklar üzerinden pek de ders çıkarmayan ve tekrar o yayılmacı şekilde devam eden bir akıl. Bir de bence aydınlanan bir akıl var bana kalırsa. Bu problemleri gören, ve bunun sürdürülebilir olmadığını, buna karşı farklı politikalar üretilmesi gerektiğini düşünen… Daha aklıselim bir hareket olduğuna inanmak istiyorum en azından… Somut olarak şöyle olur, böyle olur diyemiyorum; artık diyemiyorum.
Kendi özelimde şöyle oldu, pandemi sürecinde, özellikle de karantina döneminde çok düşündüm. Kendi sürecimi, bugüne kadar neler yaptığım ve bundan sonra neler yapacağım konusunda… Şunu düşünüyorum; bir kere çok hızlıyız. Ben hızımı azaltmaya karar verdim. Biraz daha fazla düşünmek daha kendi içimizde meseleleri daha fazla dillendirmek, daha fazla demlenmek, belki daha az iş ama daha dolu işler yapmak gibi kendi içimizde birtakım sorumluluklarımız olduğuna inanıyorum. Biz belki büyük laflar ederek, büyük cümleler kurarak dünyayı değiştiremeyiz; ama kendi içimizde bir hareket başlatarak buna katkıda bulunabiliriz.
Belki de çözüm sanatla olur, kim bilir?
Sanat en azından yol gösterebilir, bir işaret olabilir.