Mülksüzler fotoğraf serisi, Cansu Yıldıran’ın anne tarafından memleketi olan Trabzon’un Çaykara ilçesinde geçmişine, köklerine ve kendi kimliğine dair sorgulamalarının bir yansıması. Yıldıran, bu seriyi her yaz misafir olarak gittiği yayla köyünde yalnızca erkeklerin mülk sahibi olduğunu, kadınlarınsa böyle bir hakkı olmadığını keşfettikten sonra üretiyor. Fotoğraflarda ışığın teknik ve imge olarak yoğun kullanımı, adeta bir kazı çalışmasındaki gibi sistemin göz ardı ettiklerini, karanlıkta gizlenenleri, görünmeyenleri açığa çıkarma görevi görürken, sanatçı, bilinçaltında yer etmiş varoluşsal sorgulamaları da fotoğraflar aracılığıyla yüzeye taşıyor.
Cansu Yıldıran ile yoksun bırakılmış kadınlar ve kimlik arayışı üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbeti OMM’un “Maziye Bakma Mevzu Derin” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.
OMM: Sergide Mülksüzler serinden bir dizi fotoğraf yer alıyor. Annen Karadenizli, sen de bu fotoğrafları bu coğrafyada çektin. Bu seriden biraz bahsedebilir misin?
Cansu Yıldıran: Çocukluğumdan beri her sene yaylalara misafir gideriz. 2016’da önce spontane fotoğraflar çekmeye başladım. Zamanla bu fotoğrafların bir dili olmaya başladı, kendi hikâyelerini buldular. Çektiğim fotoğraflardaki atmosferin bir şey anlattığını fark ettim: Yaylalardaki “misafirliğimizi” anlatıyordu bence. Kendimden ve annemin hikâyesinden yola çıkarak Karadeniz kadınlarının genellikle kendilerine ait bir alanlarının olmayışı, ev kavramı, evin anlamının dört tarafı duvarla çevrili bir alandan çok daha kapsamlı oluşu, kendine ait bir alanın önemi üzerine düşünmeye ittim kendimi.
Kadınların mülksüzlüğü deyince, o bölgede mülk sahibi olamayışlarından bahsediyorsun değil mi?
Yaylaların birçok kuralı var aslında, o kurallardan biri de kadınların ev sahibi olamayışı, çünkü şöyle düşünüyorlar: Evlenen kadın zaten kocasıyla gidecek, gerek yok ona mülk vermeye. “Erkek getirip yaylaya, hanemize yabancı sokmasın” diyorlar. Ama erkeğin bir kadın getirmesi, kadının aile içinde etkisinin olmadığı düşünüldüğü için herhalde, pek önemli olmuyor.
Bu serideki en etkileyici fotoğraflardan biri tüfek tutan bir kadın portresi. Onun hikâyesi nedir?
O fotoğraftaki kişi benim Süreyya Teyzem. Annemin kardeşi. O eşinin yanında yaşıyor, yani yaylası Hamsiköy’de. Onu da çekmek istedim, çünkü o da aileden gidenlerden biri. Yani eşinin yaylasına taşınan, ama ailesini, yerini, yurdunu özleyenlerden. Bu arada, birçok kadın mülksüz olmayı pek sorun etmiyor; bir yere alışmak için, bir yerde yaşamak için bunları normalleştirmek gerekiyor anlaşılan.
İstanbul’da, Leica Galeri’deki bir sergide Mülksüzler'i göstermiştim; söyleşi sırasında bir kadın “Oradaki kadınlar da bunu hak etmiş, niye karşı çıkmıyorlar?” demiş, ayrıcalıklı İstanbullu konumundan, Karadenizli kadınların neden direnmediğini sorgulayabilme cüretini göstermişti. Karadeniz’den çıkmış biri oraya geri döndüğünde bunu sorgulayabiliyor, ama ömrünü Trabzon’un köyünde, yaylasında geçiren bir insan bunu sorgulamadığında ona kızmaya hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
Teyzeme dönersek, silah tutuyor, çünkü aslında yaylalarda birçok evde, hatta herkesin evinde silah vardır; domuz, ayı, kurt gibi yabani hayvanlar yaylaya inebildiği için herkes evinde silah bulundurur. Kadınlar da silah kullanmayı bilirler, çünkü bir gün ihtiyaçları olacaktır.