Her gün izolasyonda ya da karantinada olmak gibi görünürde tekil bir halin, içinde ne kadar çok farklı hissi barındırabildiğine şaşırarak geçiyor. Bazı günler diğerlerinden daha umutlu başlıyor, bazılarında üzerimizde bir durgunluk var. Bazı günlerdeyse ruhumuz kolumuzdan çekiştirip, uzak bir zamanda itinayla kapattığımız kutuları açtırıyor. Dünyada pek çok insan sosyal mesafelenmenin üçüncü haftasına girerken, iyi tanıdığımızı düşündüğümüz “ben” fikri, yeni, unuttuğumuz, kimi zaman görmezden geldiğimiz özelliklerle hiç olmadığı kadar net.
Koronavirüs vakaları Türkiye’de kritik bir şekilde artmaya devam ederken, fotoğrafçı Osman Özel’in karantinadaki ikinci haftasına yakından bakıyoruz.
Bu fotoğraf ve yazı dizisi OMM Journal’da yayınlanan Karantinadan Notlar’ın ikinci bölümüdür.
Sekizinci Gün: Bazı Kitaplar
“Buradaki ilk iki günümüzde internet yoktu, üçüncü gün sınırsız internet açıldı.
Bugün de Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan kitap geldi, odaları dolaşıp herkesin istediği kitabı seçmesine izin verdiler. Kutudaki kitaplar arasında, Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar”ı, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı, Turgut Uyar’ın “Büyük Saat”i ve Malcolm X’in otobiyografisi var.
Ben Tolstoy’u seçtim.”
Dokuzuncu Gün: Kara Göründü
“Dün Ankara’daki bazı karantina merkezlerinde kalışların uzatıldığı haberi gelince herkesin ciddi şekilde morali bozulmuştu. İnsanlar hepimizin iyiliği için burada olduklarını düşünmektense maalesef biraz daha bireysel bakıyor.
Bugünse tüm gün koridorlarda karantinanın beş gün sonra biteceği anons edildi. Koridordaki hoparlörlerden aynı, fazla inişi çıkışı olmayan anonsu tekrar tekrar duymak sürreal bir his olsa da bu tarih verildiği için herkes çok heyecanlı.
Bizim katta arkadaşlığı ilerlettiğim Adıyamanlı bir amca benden teyit almadan hiçbir şeye inanmıyor. Günde birkaç kez durum değerlendirmesi yapmak için bir araya gelir olduk.”
Onuncu Gün: Tedarikçilik
“Bugün fotoğraf çekmek için yurtta dolaşırken, kuytu bir köşede birkaç karton sigara buldum. Komşularımın dış dünyadan başka neler getirttiğini merak ediyorum. İşleyiş sistemi her yerde kendini yaratıyor.”
On Birinci Gün: Çöpe Gidenler
“Buradaki ilk günümden beri büyülenmiş gibi izlediklerim arasında temizlik görevlileri de var. Virüsten korunmalarını sağlayan tulumlarıyla, yurdun arka bahçesine çıktıklarında başka bir gezegende uzay aracından yeni inmiş gibi görünüyorlar ve 3300 kişinin yiyemediği yemekleri çöpe atıyorlar. Çoğu yemeğin hiç yenmeden atıldığını biliyorum ve buna gerçekten üzülüyorum.
Odamda içmediğim kutularca vişne suyu var, eminim ben gidince onları da atacaklar.”
On İkinci Gün: Yeni Sosyalleşme
“Altı yaşındaki yeğenimle telefonda konuşurken moralinin bozuk olduğunu fark ettim. Neden olduğunu sorduğumda arkadaşlarını özlediğini söyledi. Anne-babasıyla konuşması gerektiğini söyledim ve neler söyleyeceğinin üzerinden geçtik. Bence altı yaşında olması arkadaşlarını görmeyi talep etmesine engel olmamalı. Şimdi arkadaşlarıyla her gün yarım saat görüşmeyi talep edecek.
Burada geldiğimizden beri odasından hiç çıkmayan insanlar var, “dışarıda” ise toplantılar ve kimi zaman akşamları birlikte bir şey içmek için herkesin Zoom’da buluştuğunu görüyorum. Karantinanın psikolojisi farklı, dışarı çıkınca nasıl hissedeceğimi merak ediyorum.”
On Üçüncü Gün: İyi ki Doğdun Ezgi
“Bazı kat komşularımla iyice tanıştık ve karantinadan ayrıldıktan sonra da irtibatta kalabilmek için birbirimize numaralarımızı verdik. Bugün onlardan birinin, Ezgi’nin doğum günüydü, öncesinde marketten sipariş ettiğim bir kurabiyeyi pasta, bir parça kağıdı mum olarak kullandık ve nefesi hiç birimize doğru gelmeyecek şekilde üfledi. Üflerken herhalde kendisi ve ailesinden kimse zarar görmeden bu süreci atlatabilmeyi dilemiştir.
Buradaki son gecemiz olduğu için herkes çok mutlu. İnanmıyoruz ama sonunda bitti.”
On Dördüncü Gün: Gidiyoruz
“Bu sabah erkenden kalktım, bavullarımı zaten toplamıştım; çarşaflarımı ve yorganımı katladım, odayı viledayla sildim. Herkesin hazırlıksız yakalandığı karantinadan iyi bir enerjiyle çıkıyorum. İnsanlar şimdiye kadar bir gruba ait olduklarını hissederek yaşarken, herkes birbirinden ayrıldı, şimdi hepimiz fara bakan tavşan gibiyiz. Bu virajdan sonra daha iyi, daha yüksek bir yere de gidebileceğimizi düşünüyorum.
Eve dair en çok özlediklerim kendi yatağımda uyumak ve evde pişen yemekler. Dışarıda çok zaman kaybetmeden şehrin sessizliğini fotoğraflamak istiyorum. Zaten buradan çıkmamıza önümüzdeki on dört gün boyunca evde kalma şartıyla izin veriyorlar.
Hepimizin bu kadar aynı pencereden baktığı bir zamanda, hep birlikte daha doğru ve daha iyi yerlere bakabileceğimize inanıyorum. Sanki bir ‘pause’ düğmemiz vardı da ona bastık. Bu düğmeye tekrar bastığımızda nasıl bir dünyaya döndüğümüzü, bu ‘pause’ anında yaptıklarımız belirleyecek.”