“Hayalet Yüzler, Fantezi Mekânlar”: Rehan Miskci

Sanatçıyla boş stüdyoları, Ermenicenin Türkiye’deki iç mekansallığını ve fotoğrafçı Maryam Şahinyan’ın kapsamlı arşivini konuştuk.

Çalışmalarında azınlık kimliği, aidiyet kaybı ve hafıza kavramlarını ele alan Rehan Miskci’nin Olmadığın Yerler (2017) adlı fotokolaj işi, sanatçının babasına ait bir stüdyo fotoğrafını keşfetmesi sonucu ortaya çıkar. Türkiye’nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’ın 1959’da çektiği fotoğraf, eser kapsamında ikiye bölünmüş, parçaların arasına bir orta pano yerleştirilmiştir. Yerini dijital uygulamalara bırakan ve nostaljik bir his yaratan klasik stüdyolar ve onlara has ışık, arka plan ve ekipman gibi karakteristik unsurlar, toplumdaki daha geniş boyutta yaşanan sosyal ve kültürel değişimlere paralel olarak evrilir. Fotoğrafı tanımsız bir alana taşıyan bu temsil, stüdyonun kendisi hakkında zamana ve mekâna bağlı değişen algılara ve üç boyutlu kurgulara gönderme yapar. Çalışma, aynı zamanda sergide yer alan diğer eseri Dağ - Foto Yeraz’a (2017) bir giriş niteliğindedir.

Rehan Miskci ile sanatçının Foto Yeraz serisinde başrol oynayan boş stüdyoları, Ermenicenin Türkiye’deki iç mekansallığını ve fotoğrafçı Maryam Şahinyan’ın kapsamlı arşivi üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbeti OMM’un “Maziye Bakma Mevzu Derin” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.

Rehan Miskci, Dağ - Foto Yeraz, 2017
Rehan Miskci, Dağ - Foto Yeraz, 2017

OMM: Sergideki iki eserinden birinden, Olmadığın Yerler’den bahsederek başlamak istiyorum. Bu, Türkiye’nin ilk kadın fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’ın çektiği bir stüdyo fotoğrafından, babanın fotoğrafından yola çıkan bir eser. Neredeyse üçe bölünmüş bir fotoğraf görüyoruz. Ortası renkli, sağı ve solu siyah beyaz. Ve aslında özneyi görmeyi beklediğimiz yerde bir boşluk görüyoruz. Bu iş nasıl ortaya çıktı?

Rehan Miskci:
School of Visual Arts’ta tez projemi şekillendirirken aklımda arşiv fotoğrafı, Ermeni kimliği, aidiyet, bellek, mekân gibi uçuşan kelimeler vardı; Maryam Şahinyan arşiviyle karşılaşmam hepsini bir araya getirmiş oldu. Tayfun Serttaş'ın hazırladığı Foto Galatasaray kitabı karşıma çıktı, herkesin çok dikkatini çeken, acayip bir hikâye tabii ki. Bu arşivle ilgilenirken babamla konuşuyorduk, babam da zamanında o stüdyoya gittiğinden, Maryam Şahinyan’la tanıştığından, hatta fotoğraf da çektirdiğinden bahsetti. Bizde aile fotoğrafları durur, hani olur ya bir iki çekmecede, arşivlerde. Öyle bir fotoğraf yok, tabii biraz merakımı uyandırdı böyle bir bilgiyi edinmiş olmak.

Sonra Tayfun Serttaş’la iletişime geçtim, o beni Foto Galatasaray’ın dijital arşivinin olduğu SALT’a yönlendirdi, projemi anlattığımda onlar da bana erişim sağladılar. Tezimin ne olacağını da bilmeden Foto Galatasaray’ın dijitalleştirilmiş fotoğrafları arasında gezinmeye başladım. Çok fotoğraf var, 10.000’in üzerinde cam negatif. Bir gün gerçekten, sanırım 64-65 yılı grubunda babamın fotoğrafına denk geldim. Kişisel ve kamusalın bir anlamda iç içe geçtiği, çok ilginç bir andı. Binlerce “anonim” fotoğraftan sonra stüdyo mekânıyla bağ kurmaya başlamıştım. Sonra babamı görmek zihnimdeki şalteri attırdı aslında.

Tabii şöyle bir ayrıntı da var: Karşıma çıkan, babamın annemden önceki nişanlısıyla fotoğrafı. Aile arşivinde olmaması belki de o yüzden. Hem benim babamla ilgili bilmediğim bir hayat, hem olamamış bir ilişki. O iki figürün ikiye ayrılması, aralarına stüdyo mekânıyla ilgili kurduğumuz bir fantezinin eklenmesi, bütün bu açılardan benim için çok katmanlı bir iş. İnsanlar o işle çok çabuk bağ kurabiliyor; bu kadar kişisel bir yerden geliyor olmasının payı var diye düşünüyorum.

Senin için o dönemlere ait bir stüdyo bir anlamda hep huzurlu olduğunu hissettiğin, dışarıya biraz kapalı, belki de korunaklı bir alan mı?


Kesinlikle öyle. Bu hem kendi stüdyomda, hem de o arşiv özelinde. Maryam Şahinyan’ın çok ilginç bir pozisyonu varmış o dönemde. Hem kadın, hem Ermeni oluşu, çok fazla “göze batmayan” bir karakter oluşu, onun figürlerle kurduğu çok ilginç bir ilişkiyi ortaya çıkartıyor. Arşivin tamamına baktığımızda, azınlıklar var, farklı cinsel kimliklerden insanlar var ve bu kimliklerini rahatça yaşayabiliyorlar objektifinin karşısında. Herkes mensup olduğu dinin törensel kıyafetlerini giyebiliyor, iki erkek sarılabiliyor, hatta öpüşebiliyor, kadınlar iç çamaşırlarıyla poz verebiliyor. Stüdyosu hem çok kapalı, saklı, korunaklı, hem de aslında tiyatro sahnesi gibi farklı kimliklerin sergilendiği bir alana dönüşmüş.

Sergideki diğer eserin Dağ-Foto Yeraz bir yerleştirme. Burada klasik fotoğraf stüdyolarında gördüğümüz bir fon ve bir stüdyo ışığıyla karşılaşıyoruz. Beyrut’ta bir misafir sanatçı programına katıldığını biliyorum, bu çalışma oradayken mi ortaya çıktı?


Beyrut’ta benim ilk dikkatimi çeken şu oldu: Sokak tabelalarında, her yerde Ermenice de yazıyor. Benim için Ermenice hem konuşma hem yazı dili olarak çok iç mekâna ait, domestik bir dil. Onu tabelalarda görmek çok ilginçti, o yüzden sokaklarda çok fotoğraf çektim. O dağ imajını da aslında o sokak fotoğrafları tamamlıyor. Beyrut’ta Ermeni nüfusunun en çok yerleştiği Bourj Hammoud, bir mülteci kampıyken daha sonra semte dönüşmüş bir alan ve tabii ki çok yüklü bir yer. Dağ, Bourj Hammoud’daki sokağın yüklü dokusunu da taşıyor.

Daha fazla

"Maziye Bakma Mevzu Derin" Podcast Serisi cover image

"Maziye Bakma Mevzu Derin" Podcast Serisi

OMM'un “Maziye Bakma Mevzu Derin” sergisine paralel olarak Aposto!'nun desteğiyle hazırlanan sekiz bölümlük podcast serisini dinlemek için tıklayın.

Söyleşi: Ali İbrahim Öcal cover image

Söyleşi: Ali İbrahim Öcal

Sanatçı ile sanat üretiminde atılan ölümcül saltoları ve iklim krizi ışığında "natürmort" geleneğini konuştuk.

Söyleşi: Yaşam Şaşmazer cover image

Söyleşi: Yaşam Şaşmazer

Yaşam Şaşmazer’le potansiyel bir işgal alanı olarak bedeni ve orman yürüyüşlerinin dönüştürücü etkisini konuştuk.

İnternet sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Çerezlerle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

OMM - Odunpazarı Modern Müze’nin ziyarete açık olduğu gün ve saatleri buraya tıklayarak öğrenebilirsiniz.