Elmas Deniz’in Görülmek İçin Yapılmış (2018) video çalışmasının, Sri Lanka’nın yeşil, doğal güzelliğini öven bir reklamı andırması tesadüf değil: “Günün Sonunda”da yer alan eser, doğanın kapitalizm eliyle uğradığı tahribata, tüketim kültürünün yakıtı niteliğindeki reklamlara öykünerek dikkat çekiyor. Deniz, Kolombo'nun el değmemiş doğasını izleyicilere gösterirken, “rahat, şanslı, zarif” gibi lüks tüketim reklamlarından seçtiği en çok kullanılan kelimeleri araçsallaştırıyor. Ekonomik sistemin insan algısını nasıl manipüle ettiğini, yüzyılı aşkın süredir bu manipülasyonun ana aracı olan modern reklamcılığa alaycı bir yerden bakarak vurguluyor.
2006'dan bu yana doğanın insan eliyle değiştirilmesi ve ekoloji sorunları temalarıyla çalışan Elmas Deniz’le “satılmaması gereken müşterekler”, insan-doğa ilişkisinin kültürümüzdeki yeri ve antik İrlanda dantelleri üzerine konuştuk.
Bu konuşmayı OMM’un “Günün Sonunda” sergisine eşlik eden podcast serisinde dinleyebilirsiniz.
“Günün Sonunda”da Görülmek İçin Yapılmış adlı video çalışmanızla yer alıyorsunuz. Video açılırken inanılmaz yeşil bir coğrafyayı görüyoruz ancak burası Akdeniz değil. Devamında da bir dış ses etkileyici bulduğum bir metin okuyor ve galiba bize bir şey satılmaya çalışılıyor. Ancak bu bir parfüm veya bir araba; hatta bir takı bile olabilir. Bu çalışmadan biraz bahseder misiniz?
Görülmek İçin Yapılmış, 2017 sonlarında Sri Lanka’da Colombo yakınlarında çektiğim bir video. Dolayısıyla, videonun görselliği yoğun olarak oradaki yağmur ormanları ve oranın doğasından oluşuyor. Görülmek İçin Yapılmış ismi reklamlardan geldiği için aslında özel olarak bir şey satmak değil de, reklamın kendisini bir video çalışması yaparken fikir olarak merkeze almak ile alakalı bir durum var. Reklamların doğaya bakışımızı ve dilimizi nasıl etkilediğiyle ilgileniyorum aslında. O dönemde bir kolonya markası "mandalina, lavanta," diye giderken “Nature” diye bir kolonya çıkarmıştı. Doğanın reklamlarda tekrar tekrar ve tuhaf bir şekilde ortaya çıkması dikkatimi çekti.
Video benim kafamda üçe bölünüyor: İlk bölüm şehirden ayrılma, uzaklaşma ve doğanın reklamlarda kullanılışıyla ilgili. İkinci bölüm bütün o görüntülerin üstüne bindirilmiş; bazen absürtleşen bazen komik kaçan, lüks tüketim reklamlarından aldığım 150 kelime arasında seçtiğim kelimeler. Bunlar “zamansız” ya da “umut” gibi reklamlardaki haliyle de absürt kelimeler. Finalde de benim daha önceki bir videoma, Satın Almak İstediğim Ağaç’a biraz göz kırpan, insanın tüketim arzusunu saptayan bir final var, “hepsi senin olsun ister misin?” gibi bir soru soran.
İki şey düşündürüyor bu konuştuklarımız: Biri “Bir ormanı satın alıp ne yapabilirsin?” İkincisi de bizim bir fani ömrümüz var 90 senelik. Ama dağları, denizleri düşününce doğduğumuzda orada olan şey eğer her şey yolundaysa ölürken de hâlâ orada oluyor aslında.
Bütün bunları konuşurken aslında o fanilik çok devreye giriyor. Zaten ekonomik sistem algımızı bir şekilde manipüle ediyor. "Orman güzeldir," diyoruz, içinde olmak güzeldir ormanın. Sistemse güzel olan şeylere sahip olmayı öneriyor. Sana o denize bak demiyor deniz kenarında bir tane arsan olsun orada evin olsun diyor. “İhtiyaç duyduğumuz” şeylerle ilgili sürekli bir manipülasyon var, reklamları tüm bu manipülasyonun başı olarak görüyorum. Benim o çekimleri yaptığım yağmur ormanı Sri Lanka’da, daha sonra hükümet orayı satmaya karar vermiş. Bana büyük bir şokla geldiler oradaki insanlar, zamanında satılmayacağına emin olarak konuşmuşlardı.
Aslında, satılmaması gerektiğine inandığımız müştereklerden bahsedebiliriz dünyada. Hani, şey gibi hava, su, toprak gibi. Mesela havanın satın alınmaması gibi bir şeyden bahsediyoruz sürekli, o müştereğimiz bizim. Orman da böyle bir müştereğimiz. Bu müştereklerimizin ticarileşmemesi ve dünyada yaşayan herkes için açık olması, korunması gerekiyor.
Orman da böyle bir müştereğimiz. Bu müştereklerimizin ticarileşmemesi ve dünyada yaşayan herkes için açık olması, korunması gerekiyor.
Gerçek bu! Ama bu sistem, büyüme odaklı sistem her şeyi içine alıp devleşiyor ve bir şekilde bu yağmur ormanlarına da dayanmış durumda şu an, Amazonlarda olan şey de o.
Çok üzücü.
Zilberman’daki “Suyun Üç Rengi” sergim için Keder adında bir video yapmıştım ve orada şuna karar verdim: Doğaya bakışımız eskiden çok içini ferahlatan, iyi hissettiren bir şey iken şimdi doğayı ne zaman konuşsak müthiş bir kayıp, bir yok oluş, bir korku hissi var.
Doğanın bizde çağrıştırdığı ilk kelime “kayıp” ise nereye doğru gidiyoruz?
Ben 2006’dan beri bu meselenin farklı farklı kısımlarıyla ilgileniyorum ve fark ettiğim şöyle bir durum var: Doğayla ilişkimiz kesildikçe, hayvanlarla, bitkilerle, ormanla her şeyiyle gerçek bir ilişki kurmadıkça bunların kültürümüzdeki yeri de kötüleşiyor. Yeni bir iş için antik İrlanda dantellerine bakıyorum. İnanılmaz etkileyiciler, saatlerce bakıp yeni üretilenlerle arasındaki farkı anlamaya çalıştım ve şunu fark ettim: Gerçekten o bitkileri toplayıp "nasıl dantelini yaparım" diye düşünüldüğü için çıkmış onlar, botanik çizimi gibi görünüyorlar. Ama yeni olanlar çiçek diye bir figür fikri üzerine yapılmış. Apartmanda oturan birisi sıkıldığı için, güzel olduğunu düşündüğü için çiçek motifi yapmış. İkisinin arasındaki fark birinin çiçeğinin gerçekten yaşamaması gibi. Böyle bir eksik var. Bunu aşabilirse insanlar, doğayla yeni ilişki biçimleri yaratmayı becerebilirse o zaman bu kederli durumdan çıkacağını düşünüyorum. Yani, umutsuz değilim ama biraz çalışmamız gerekecek hep beraber gibi geliyor.
2006’dan beri çevre üzerine pratiğinin içerisinde, daha yoğun kafa yoruyorsun. O zamandan bu zamana ne değişti? Belki de dünyada çok daha fazla insan daha bilinçli şu an, ama karşı karşıya olduğumuz koşullar 2006’ya göre daha ağır ve daha az bir zaman var bir şeyleri geri döndürebilmek için.
Bunu tam olarak nasıl anlatacağımı bilmiyorum, anlatmaya çalıştığım şeyinse master ve doktorasına kadar çalışıldığına ve bir adı olduğuna eminim: Kurtuluşu aktivizmin kendisinden ziyade yeni ilişki biçimleri icat etmekte görüyorum. Yani, insanlarla bir şeyleri yaparken yapıyor olma şeklini ve değer sistemini değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Belki çok yuvarlak ve geniş şeylerden bahsediyorum ama, aktivizm bunun bir ucu sadece, bir şeyi değiştiren şey, senin değer sistemin. Eğer bir şeyi insanlar arasında yapmak utanç verici ise onu yapmıyoruz. Hem moral olarak hem etik olarak bu böyle. Toplumsal olarak, insan bir toplumsal yaratık olduğu için, sosyal varoluşu önemli, onun için, dolayısıyla akranlarının, eşinin, dostunun değer verdiği şeyi ve değer yargıları içerisinde devam ediyorsun…. Bunların hepsi birbirine ekleniyor.
Kültür üretimi dediğim de o çiçek motifinin bir şeyde uygulanması değil de hayatı nasıl yaşadığın, yaşattığın ve ürettiğinle alakalı bir şey. Her şey olabilir bu, o dönemin yazısından sanatına, dansına, yaşama biçimlerine, önemli olan o insanlar için neyse ona bunların hepsine yansıyan bir şey.
Dolayısıyla, aktivizm neredeyse ucu, her şeyi değiştirecek şeyin aktivizmin kendisi olduğunu düşünmüyorum. Bütün aktivizmi desteklemekle birlikte, hani yanlışlamıyorum, “hepsi birlikte” diyorum, dahası… Böyle bütün cepheleriyle daha güçlü olacağını düşünüyorum. O cepheler de ilişki biçimleri ve değer sistemleri.