“Yaşam süreci, bir bütün olarak benim yaratma eylemimdir.” – Joseph Beuys
Işık, görsel tecrübenin sıfır noktasıdır. Nesnelerin ve renklerin algılanması, ışığın varlığına işaret eder. Bu sebeple ışığın, sanatın gizli öznesi olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu durumda karanlık, sanatsal üretim için ne ifade eder? Bir form edinmeden önce sanat, boşluktan, hiçlikten ve soyut bir fikirden doğar. Bu sebeple karanlık, henüz oluşmamış olan her şeyin potansiyelini içinde barındırır. Işık sınırlı bir kaynak iken, karanlık sonsuzdur.
Ata Doğruel’in OMM’da gerçekleşen “Işık Kaynağı” adlı performansı, karanlığın örtülü potansiyelini ortaya koyar. Sanatçı, proje kapsamında 40 gün boyunca karanlık bir odada yaşamını sürdürür. Oda, yalnızca izleyicilerin mum getirmesiyle aydınlanır. Bu süreç boyunca sanatçı hiç konuşmaz ve yalnızca yazıyla iletişim kurar.
İnsanlık, tarih boyunca boşlukla ve karanlıkla mücadele etmiştir. 200 yıl önce hayatımıza giren yapay ışık kaynakları da karanlığın yarattığı rahatsız edici hislerden anlık olarak sıyrılmamızı, veya en yalın haliyle onlarla yüzleşmememizi sağlamıştır. Oysa sürekli güç, para, zevk gibi arzularla meşgul olarak varoluş boşluğundan, ölüm korkumuzdan ve kendimizden kaçarız. Yahudi nörolog ve psikiyatr Viktor Frankl'ın “varoluş vakumu” (existential vacuum) olarak adlandırdığı olgu budur. Oysa boşlukla yüzleşmek, varoluşun anlam kazanması açısından gereklidir.
40; semâvî dinler dâhil tüm dinlerde mevcut olan, kadim bir sayı olarak kabul edilir. Hazreti Muhammed'e peygamberliğin 40 yaşında gelmesi, Hazreti İsa'nın vaftizden sonra 40 gün boyunca oruç tutması, 40. günde göğe yükselişi, Musevilerin 40 gün boyunca oruç tutması, Nuh Tufanı’nın 40 gün 40 gece sürmesi ilk akla gelen örneklerdir. Kırk, aynı zamanda doğumdan önce, hamile olarak geçirilen hafta sayısıdır. Performansın süresini belirten 40 sayısı, içsel dönüşüm gibi nitel ve soyut bir olguya, nicel bir değer atfeder. Eserin ana konusu olarak sanatçı, kendi varoluşuna tanıklık ederek, onunla yüzleşerek ve dönüşerek çağdaş bir simyacıyı andırır. Doğruel, tüm uyaranlardan arındırılmış bu mekânda, tüm semavi dinlerde yer alan oruç ve inziva gibi ibadet uygulamalarına paralel bir eylem gerçekleştirir.
Sanatçı, bu performans fikrinin ekonomik zorluklardan kaynaklanan kişisel izolasyon süreci ve ardından başlayan pandemi döneminde, karantina esnasında zihninde oluşmaya başladığını ifade eder. İlginç olarak, "karantina" kelimesinin etimolojik kökeni İtalyancadır ve “kırk“ anlamına gelen “quaranta”ya dayanmaktadır. 14. yüzyılda Venedik’te, vebanın önlenmesi amacıyla başka şehirlerden gelen gemiler karaya çıkmadan önce 40 gün boyunca açıkta demirli kalırmış.
40 sayısının kültürlerarası geçerliliği, aslında ifade ettiği tövbe, yenilik, hazırlık, içsel dönüşüm, farkındalık gibi niteliklerle bağlantılıdır. Bu süre zarfı; esaretten kaçış, manevi gelişim, büyüme ve son olarak kurtuluşun sembolü olarak kişisel ve kolektif bilinçaltımızda yer etmiştir. Sanatçının fiziksel, zihinsel ve ruhani sınırlarını zorladığı bu performans sırasında yaşadığı dönüşüm ve edindiği içsel tecrübe, ziyaretçiler eşliğinde ve onların katılımıyla gerçekleşir. Hem izleyiciyi, hem sanatçıyı dönüştüren bu süreç, özünde tekil ve bireysel yapıya sahip olan mistik bir tecrübeyi görünür kılar, ona tanıklık edilmesi için bir kapı açar.
Performans, parçası olduğu “Yas ve Haz” sergisiyle de yeni anlamlar kazanır. Antik Yunan düşünürü Epikür, insan çabalarının en yüksek konusunu haz olarak tanımlar; fakat mutluluğun anahtarı olan haz onun için acısızlık, dinginlik ve içsel huzurdur. Epiküryen felsefeye göre hayatın amacı ataraksiyaya, yani hiçbir dış etkene bağlı olarak bozulmayan ruh dinginliğine, tepkisizliğe, sükunete, acıya ve sevince karşı ilgisizlik haline ulaşmaktır. Bu düşünceye göre haz, hedonizmden alışık olduğumuz fiziksel zevklerin tatmin edilmesi prensibinin aksine ruhsal bir boyuta sahiptir.
“Işık Kaynağı”, bu anlamda karanlığa ve katmanlarına yeni bir pencereden bakar. Performans sanatçının karanlığa, bir yandan da bilinmezliğe teslimiyet halini yansıtır. Aynı zamanda izleyici de bakmaya cesaret edemediği karanlık alanlarla yüzleşme fırsatı bulur. Karanlığın sebep olduğu korkuyla yüzleşen beden, alıştıkça, sakinleştikçe ve derinlere indikçe daha önce keşfetmediği bir ışığın kıpraştığını da görmeye başlayabilir. “Işık Kaynağı”, karanlık zannettiklerimizin, aslında ışık barındırabileceğini bize hatırlatır.